Günlük Hayat, Tüm Yazılar

C harfi

Fotoğraf: İsmail Yusuf

Sait Faik Abasıyanık’ın affına sığınarak.

Her sabah böyle. Üsküdar’dan Beşiktaş’a şipşak geçen cılız deniz motorlarından birine atlarım. Motora çıkan metal basamaklara gelmeden, hep aynı posbıyık amca bizi kaba hesap sayar. Bir elinde telsiz, bir elinde kişi başına bir kez çıtlattığı (aradan sıyrılıp kaçanları da istifini bozmadan çıt çıt çıt yakalar) garip bir sayaç, kaskatı, kayıtsız yüzüyle heybetli bir duba gibi dikilir. Bana öyle gelir ki etrafındaki çaylaklar, hiç oralı olmayan posbıyığa ‘’bre balıkçının eskisi, duruşa bak! Hele az yüzün gülsün, iki laf et de zaman geçsin’’ der gibi bakar.

Bu sabah da tören aşağı yukarı bu minvalde tamamlandı. Motor titrek, hafiften bata çıka yola koyuldu. Boğazın orta yerine gelindiğinde motorlar bazen küt diye durur. Bu demektir ki boylu poslu bir şilep geçiyor, kocaoğlana selam durulup yol veriliyor. Birkaç dakika sonra şilebin köpükleri üzerinden devam edilecek, o esnada yolcuların bir kısmı mutlaka şilebin arkasından ismine cismine, bandırasına memleketine bakacak, türlü hayallere dalacak.

Motorun motoru ilkin devir düşürüp sonra hepten susunca yine böyle oldu sandım. Gelene baktım, durum bu sefer farklıydı. Sancak tarafında, sanki yaz sabahı ışığının taze aydınlığıyla içe işleyen fotoğraflardan biri canlanmış, durmaksızın kendi kendini çekiyordu. Küpeşteden karna, baştan kıça çepeçevre sarı, kaptan köşkü sarı, arkada ağ makaralarını tutan bom direklerine kadar sarı bir gırgır teknesi, ardına bembeyaz bir köpük halısı takmış nazlı nazlı akıyordu. Olmayacak şey mi diyeceksiniz. Haklısınız. Fakat ya bu gırgır bir de bulut taktıysa arkasına? Ve bulut dediğim, çılgına dönmüş yüzlerce martıdan oluşuyorsa… Bakın o zaman manzara biraz değişir.

Velveleci martı milletinin hareket tarzını seyre dalmamak ne mümkün… Çekilmiş balıktan paylarını koparmak için uyguladıkları sosyal taktiği, ekip işi manevralarını hayretle, hayranlıkla seyrediyordum. Yaklaştıklarında ayırt ettim ki beyaz bulut aslında koskoca bir C harfi ve içinde kaynaşan bir devridaim var. Katılım ve dalış üstte başlıyor, onlu yirmili bir martı duvarı genişçe bir kavisle dalışa geçerken, balığı kapan da yağmadan gagası boş çıkan da kanat kırıp saniyeler içinde suya teğet geri dönmüş oluyordu. Bu martılar hemen yükselip şanslarını bir defa daha denemek için üstten yeni bir dalış yapıyordu. Ağ yırtıklarından taşmışlarla güverteye düşmüşlerden kaptıkları çok da bir şey değildi a, yine de yürekli, inadım inat kuşlar olduklarını ispatlıyorlardı. Bir de şu bet sesleri olmasa (denize nispeten yakın oturan İstanbullular iyi bilir o çığlığın çirkinliğini, insan kargayı rahatlıkla tercih eder) daha bir severdik bu korsanları.

Görebildiğim kadarıyla çarktan çıkış iki türlü gerçekleşiyordu. Tıka basa doyan şanslı (veya tecrübeli) tayfa, seyrin ters yönünde, Çırağan’a doğru uzaklaşıyordu. Bazı şaşkınlar ise kâh olayı anlamamış yahut vazgeçmiş gibi birkaçı bir arada duruluyor, kâh bir başlarına rastgele yönlere dengesizce yalpalayarak kaçıyordu. Durmadan yeni katılanlarla takip belki Kınalı’ya kadar sürecek. Dinlenceyi de Sivriada’da yaparlarsa yapsınlar derken, gırgır teknesi ilerledi, ilerledi. Bu fotoğraf, bu dize, okuduğunuz bu paragraf gözlerimizin önünden geçip gitti. Biz de hareket ettik, Beşiktaş’a vardık. Bir dalış daldık koşturmacaya, hepsini unuttuk gitti.

Bunlar da ilginizi çekebilir

Herhangi bir sonuç bulunamadı.